hayalmeyal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hayalmeyal etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Cumartesi

in dürren Blättern säuselt der Wind

uyku gel. gelmiyor allahsız. dönüyorum. aklım O. S., sonatenhauptsatz ve G.'ye ilişkin düşüncelerle karışmış. aç karnım gurulduyor. ben Çetin olmuşum. orman büyüyor benim odamda da. sağa sola bakınıyorum, ortada canavar falan yok. zaten benim üstümde de kurt adam kostümü yerine basma şalvar ve salıpazarından alınma beş liralık svetşört, ayağımda isviçre bayrağı desenli terliğimsiler var. patikayı takip edip ormanın dışına çıkıyorum. heryerler bozkır. orada, uzakta sarı bir köy görünüyor. oraya ilerlerken yanık kokusu geliyor burnuma. orman yanıyor. karşıma kavruk bir adam çıkıyor. korucular geliyor diyor. bizi koruculardan koru. oysa ben koruculardan sadece korkabiliyorum. pokemonlar akın akın kaçıyorlar yangından. elimi şalvarın cebine atıyorum. ne para çıkıyor ne taso. adam bir peh çekip arkasını dönüyor ve pokemonların peşinden gidiyor. ben de koşmaya başlıyorum. güneş feci kızdırmış. ter içinde kalıyorum, tuzlanıyorum. yavaşlayıp bakışlarımı bir sonraki adımı atacağım noktaya sabitliyorum. taşlar terliğimsilerin koruyuculuktan uzak ince tabanından ayaklarıma batıyor. birden bir çift postallı ayak görüyorum bir adım ötemde. başımı kaldırmıyorum boşuna. vursun beni. bir paketten ucunu çıkarmış sigarayı uzatıyor. yok sağol, şimdi söndürdüm diyorum. aa demek ormanı sen yaktın diyor bana. ormanı ben yakmışım. orman benim diyorum, yakarım. sen de bizdensin diyor. başımı kaldırınca daha yirmisini görmemiş bir yüz duruyor karşımda. sen çocuksun, anlamazsın. korkuyla gözlerini arkamda bir noktaya dikiyor. atıyla çıkagelen Erlkönig terkisine atıp götürüyor çocuğu. ben gene bir başıma kalıyorum. hava kararmış. gece iyice ilerlemiş. yerler toz içinde. nefes aldıkça öksürüyorum. dönüyorum. uyuyabilrilim. uyu. uyudum.

Pazar

düşeyazmak

- ah kusura bakmayın sizi beklettim.
- önemi yok, biz de yeni geldik zaten. Jonas gecikeceğinizi duyunca çok üzüldü. gerçi daha uzun sürer sanıyorduk.
- neyse ki çok rötar yapmadı tren. hem ben de karda ne kadar hızlı yürüyebildiğimi keşfetmiş oldum. nasılsın Jonas? hadi sen sınıfa geçip gitarını çıkart. ben de geliyorum şimdi. evet, düşmeden onca yolu koşturabildiğime seviniyorum. gerçi gelirken içimi karın hayatı durdurabilmesi gerektiği duygusundan doğan bir isyan kapladı. sıcak evlerimizin içinden dışarıya bakıp yavaşça düşen kar tanelerini izlerken hiç bir şey yapmama lüksüne sahip olabilmeliyiz bence. ıslak ayakkabılarla saatlerce yollarda sürünmek hayatın adaletsizliğine küçücük bir değinme. hoş çok şey beklemem benim sorunum. birazcık aklı olan bir insanın mutlu olmayı beklemeyeceği bir dünya burası. bense hala karın ve soğuğun dehşetiyle korkudan altına işemiş çocuklar gibi ayaklarımızı çevreleyen küçük göletlerimizin ortasında oturduğumuz trenin sıcaklığının daimi olmasını dileyecek kadar aptal olabiliyorum. belki sizin için drum farklıdır. ne de olsa böyle kışlara alışıksınız. oysa dün Sukanya ile "burada" olmaktan ve "orada" olmamaktan konuşurken sürgünün romantizmine kaptırmıştık kendimizi. kendimizi, arka plandaki farklı kültürün oluşturduğu kontrastın bizi olduğumuzdan çok daha aslındaneolmayaçalışıyorsakoymuşuz gibi gösterdiği bir resme yerleştirip bunu yalnızlıkla çerçeveliyoruz. ortaya pek leziz bir tablo çıkıyor. ne oldu Jonas? geliyorum şimdi hadi sen sınıfa. hah, öte yandan o tabloyu sergileme olanağı sunacak karşılaşmalar elzem. resimden gözünün ta içine bakabileceğimiz bir izleyici. ya da yanımıza yöremize çiziktirilmiş, biricikliğimizi daha da belirginleştirecek ikinci, üçüncü figürler. hele bi onlar kendilerini göstersin de açılar, yerleşim, oranlar falan işin ayrıntısı. şöyle de diyebiliriz: ben hala bir romanın ortaya yeni karakterlerin çıkabileceği ilk sayfalarında olduğuma inanmak istiyorum. gidişata yön verebilecek asli karakterler. ama zamanın akışı ve üslup çoktan belirlenmiş. o konuda yapacak pek bir şey kalmadı. artık geçen süreyi farketmek için mesela sizin sürekli yaptığınız gibi saatime bakmama gerek yok. ne o bize ne de biz ona bir değer yüklemeden akıp gidiyor. değişkenler ve sabitler bize bunu hissettirmek için yazar tarafından itinayla belirlenmiş. gerçi ben birinci tekil anlatımlı bir roman olsun isterdim. merkezi güçlü cinsinden. bakış açılarının çeşitliliği kandırmacasından uzak, tek sesli bir metin. tek bir gerçekliğin güvencesini vermeye daha yakın oluyorlar ne de olsa. efendim Jonas? tamam geliyorum. sen ödevini bir kez daha çal, ben bitmeden ordayım. nerde kalmıştım? geçenlerde hayatın anlamını da çözeyazdım zaten...

Cuma

bibbi snurr


çamaşırları asarken nevresimi en sona bırakayım dedim. ne de olsa en zoru odur. onun sırası geldiğindeyse hafifçe silkelediğim nevresimin alt sağ köşesinde bir ağırlık olduğunu fark ettim. 240a 220lik bir nevresimin tee öteki köşesine uzanmak kolay iş değil tabi. ben de en temizi ağırlık yapan köşeden itibaren yarıya kadar yatağın üzerine serip elimi içeri soktum. köşeye ulaşamadım bir türlü ve canıma tak etti. daldım kafadan nevresimin içine. nevresimi giye giye köşeye doğru ilerledim. yıpranmış sütyenimin askısı göründü sonunda. tam ona doğru uzanacakken benden uzaklaşmaya başladı sütyen. nevresim uzadı, açıldı. yeşil bir mağaraya dönüştü. şaşkınlıktan dizlerimin üstüne düştüm. mağaranın karanlık ucunda sütyenden eser yoktu artık. ayağa kalkıp ilerlemeye başladım. bir ışık peydah oldu. yeşilin yerini bıraktığı karanlığın da yerini kör edici bir beyazlık aldı. kamaşan gözlerimi kolumla örterek sıcak aydınlığın içine girdim. hiçten yükselerek kulaklarımı dolduran cırcır böceklerinin cırıltısıyla önce bir gözümü sonra da diğerini açtım. corçausun eğik balkonundan vadiye bakıyordummuş bir anda. çok mutluymuşum. merhum yeni bir kitap yazmışıdı. sert ot yastıklara sırtımı dayayarak onu okuduğumun masalıdır.

Çarşamba

ben sigara içerken

ben sigara içerken camın öte tarafından bir örümcek sarkıyor. ben aklımda örümceği eziyorum. yıllarca ağlıyorum örümcek için sonra.