Pazartesi

mekanı cennet olsun ya da fixing a hole

Tuvalette, eee, saçımı tararken, evet, mayıstan kalma aşırma Spiegel'de kaldığım yerden Beatles dosyasını okumaya devam ediyorum. Beatles sözcüğü kulaklarımda Ömer Madra'nın çatır çutur sesiyle çınladığından Açık Radyo dinlediğim zamanlara dalıyorum bir süre. parmak hesabı beş-altı sene öncesine kadar hayatımın kendi içinde bütünlüğü olan ve pek de kesintiye uğramayan bir dönemini işaret ediyor. oysa pek bir daha yakın tarihim bana sürekli bir süreksizlikle tanımlanabilirmiş gibi geliyor. gerçi tarih dediğin nedir ki kişiseline, hele bir de yakın olanına koşulların çarpıtmasından muaf bakabilelim.
bir yandan saçımı tarayıp bir yandan da okumaya devam ediyorum. iki cümleye takılıyorum. ilki Paul McCartney'in sahneye çevik çıkışını betimleyen "sein Gang federt". kafamda Paul'den de atak bir şekilde harekete geçen düzçevirmenin maharetiyle yaylanmanın ve yürüyüşün bende çağrıştırdığı görüntü oyalıyor beni diğer cümleye gelene kadar. "Beatles in Liverpool ist wie Goethe in Weimar". zınk, Weimar'a dönüş. demek, diyorum, Liverpool'da yaşasam Beatles'a da prim vermeyeceğim. insanlar bana hala Goethe okuyup okumadığımı soruyorlar, ve ben istikrarlı cevabımı vermeyi sürdürüyorum. hah, bak işte sana bütünleştirici bir unsur yakın tarihimden. (cevap "hayır" bu arada, yanlış anlaşılma olmasın tamam mı)
sonra diyorum ki, ulan bak Paul'e, şunun şurası gençliğinden bi on senenin ekmeğini yiyor adam kırk yıldır. sen, diyorum kendime, bu hayatının en verimli devresi olması icap eden dört senede ne yaptın bre eşşek? elin Beatles'ı kadar olamadın, tuvalette dergi okuyup popüler kültür sıçarsın sen anca...
bi gazla aklıma geleni söylüyorum kendime. oysa anlaşmıştık, kendimize fazla yüklenmiyor, çıtayı yüksek tutmuyorduk (oha lan, Beatles dedin sen de, yavaş gel hayvan). işin bokunu çıkarıyorum ben de arada canım. sabır, hibon-san. cilağlaaa, parlat.
yazıyı gene yarıda bırakıp mekanı terk ediyorum. zaten şarkı da biçimsiz bir fade outla bitiyor.

Salı

Sıfır Zaman

"Priscilla, birbirimize yardım edip birbirimizi izleyebilmek için ne güzel bir koşu tutturmuşuz: Geçmiş kör bir umursamazlıkla bizden yararlanıyor, kalıntılarını ve kalıntılarımızı bir kere harekete geçirdiğinde bir daha onları nasıl kullanacağımızla ilgilenmiyor bile. Biz geçmişlerin karşılaşması için bir hazırlık, bir kabuktan başka bir şey değiliz, geçmişler bizim aracılığımızla karşılaşır, ama başka bir öyküye, sonranın öyküsüne aittir: Karşılaşmalar her zaman bizden önce ve sonra gerçekleşir ve bunda bize kapalı yeninin unsurları etkilidir: rastlantı, risk, beklenmeyen.
Böyle yaşıyoruz biz, özgürlükle çevriliyiz, ama özgür değiliz, muhtemel olayların bileşimi olan bu sürekli dalga itip yönlendiriyor bizi, yer ve zaman da geçmişin ışın demetinin, geleceğin ışın demetiyle birleştiği noktalardan geçiyor. İlk eski deniz, bizi çevreleyen ve birleşmelere zorlayan, aynı olanla farklı olanın mesajlarının arada sırada katettikleri dalgalı bir molekül çorbasıydı. Böylece kadim gelgit arada sırada benim ve Priscilla'nın içinde yükseliyor ve Ay'ın yolunu izliyor; böylece cinselliği olan cinsler, aşk yaşını ve mevsimlerini belirleyen, ama yaşa ve mevsimlere ek süreler ve ertelemeler tanıyan, bazen de inat, ısrar ve kötü alışkanlıklara bulaşan eski koşullanmaya uyuyorlar."
Calvino