Pazartesi

herr m

duyusal analiz dersi hocamız nev-i şahsına münhasır bir insan. her applesever gibi bu kuruluşu daha da zengin etmek için canla başla didinme ve müzik teorisi hocaları arasında nadir görülen bir sendrom olan gitar çalma dışında hayatla ilgili tercihleri konusunda pek bir fikrim yok. dolayısıyla onu tanımlamaya çalıştığımda ön plana çıkan uzun saçlı şaşı bir albino oluşuyla dış görünüşü oluyor. o şekilde kayıtlı tanımlı insanlar merkezinde. aslında bu tanımın onu gerçek anlamda tanımayışımla ilgili olduğuna inanmak ve inandırmak istediğimden ancak başta böyle bir şerh koydktan sonra dış görünüşünün (tam bu noktada kullanmak istdiğim almanca sözcüğü türkçeye kötü bir şekilde çeviriyorum maalesef) gözardı edilemezliğinin bu kadar belirleyici olduğunu söyleyebiliyorum. ve aslında gelmek istediğim noktadan çok uzaklara atıyor beni bu politik doğruculuk/vicdani sahtecilik. aslında yapmak istediğim şuydu:

duyusal analiz dersi hocamız nev-i şahsına münhasır bir insan. Uzun saçlı, şaşı, her applesever gibi bu kuruluşu daha da zengin etmek için canla başla didinen ve müzik teorisi hocaları arasında nadir görülen bir sendrom olan gitar çalmadan muzdarip bir albino kendisi. belki tam albino değil de bir tür pigment deformasyonu var. ama şaşılığı su götürmez. derslerde anlatanın yüzüne bakmadığında hemen dikkati dağılan ben, bana mı, yoksa sınıftaki diğer 3 kişiden birine mi, ya da camdan dışarı mı baktığını anlayamadığım bu adamın dersinde önümdeki nota kağıdına ya da tahtaya bakıyorum mümkün mertebe. bana hitaben bir şey söylediğinde gözlerinin açısını aklıma kazımaya çalışıyorum ki, diğer zamanlarda da nereye baktığını anlayabileyim. ama anlayamıyorum çünkü yüzüne her baktığımda o her yere birden bakıyor. ilahi bir gizem, katlanılamaz bir yoğunluk (acab erkekler şehla kadınları beğenir efsanesinin kökeni, bu genellikle içe dönük açı bozukluğunun belli bir dereceyi aşmadıkça bakışlara kattığı katlanılabilir yoğunluk mudur diye düşünüyorum bir yandan). Ama neyse ki içimizden birine hitap edeceğinde ismimizi söylüyor (ve sonunda gelmek istediğim noktaya varıyorum). Ama bunu da kendine has bir şekilde yapıyor. hibon ya da frau hibon olarak değil de soyadlarımızın baş harfiyle kayıtlıyız onun tanımlı insanlar merkezinde. bu da beni frau k. yapıyor ister istemez. ve ben derste bana her seslenişinde kendimi bir kafka romanında hapsolmuşum gibi hissediyorum. hocamsa bana bu gerçeği hatırlatmakla görevli bir diğer roman kişisi gibi geliyor. iki saatin sonunda sınıfı terk ettiğimde dünya biraz daha az boğuyor beni çünkü kafka'nın üzerime boca ettiği tüm kasveti ve ataleti o anda yolda büyük adımlarla ilerliyor olmanın ardına itebiliyorum. yanımdan geçen ve bir anda koluma girip beni varlıklarının karanlık zindanına tıkmaya çalışmayan her insan -çünkü sokakta karşılaştığım ilk insandan başlamak üzere insanların sayıları arttıkça azalan korkulu bir beklenti bu- benim biraz daha dik yürümemi sağlıyor. pazartesilerim böyle. işe ol sebebptendir ki ben şimdi o dersin ödevlerini yapmak yerine bu yazıyı yazıyorum. hatta yazdım, bitti.

Hiç yorum yok: