Perşembe

pat


çağrışım bu işte, kemiği yok. ben satrançta patı hiç anlayamadım. bir oyuncu hareket edemeyeceği noktaya kadar sıkıştırılıyorsa bu neden beraberlikten sayılır? hareket edemeyecek noktaya gelene kadar sıkışmak marifet mi yani? kazananın olmadığı oyuna oyun diyebilecek bir insan olsaydım belki işler daha kolay olurdu. satrancı da oldum olası sevmedim zaten. yalnız dedemin sararmış beyaz plastikten kutusunda duran oyma satranç takımını hızla ters çevirip taşımakta zorlandığım devasa tahtasının üstüne dökmeyi severdim. sesle ilişkili bir durum daha ziyade. lego leğenini boşaltırken çıkan çağıltılı hışırtının iki gömlek üstü. olsa da döksem.

1 yorum:

verbumnonfacta dedi ki...

vaktinde satranca meftun oluşlumuz vaki. ama hayatı biraz öğrendikten sonra sevmez oldum kendilerini. satranç sanki hayatı kuran, yaşmak yerine planların oyunu. düşünsenize hem kendinizin hem de rakibinizin hamlelerini çok önceden hesap etmek, buna göre kendinizi ayarlamak durumundasınız. oysa tavla öyle midir? zarın ne gelirse onu oynarsın. her an her şey olabilir. tavla seven bir adamsanız hayatı rugby gibi gibi kıra kıra, devire devire yaşarsınız.
bu yüzden tavla mı satranç mı iyi bir karar sorusu olabilir?
ve elbette 'müntehir çiçek' ilhami çiçek' in 'satranç dersleri' ve stefan zweig' in 'satranç' ını konumuzun dışında tutuyorum.