Çarşamba

pencerem sarı bağlar

kendimle birlikte yatağa gömmediğim sürece bilgisayarım cumbamın pencere pervazlarına oturtulmuş tahta plakanın üzerinde duruyor. her hava koşulunda dezavantajlı bir nokta aslında burası. yazın, güneydoğuya bakan cumbanın üç penceresinden tüm gün boyunca ekranı görmemi engelleyen güneş ışığı doğrudan yüzüme vuruyor. kışın ise cumbanın altı boş olduğundan ve her ne kadar eski stilde çift kat camlı olsa da Almanya koşullarında aşırı büyük kalan pencerelerimden feci bir soğuk sızıyor. ayaklarımı ya bağdaş kurup ya da dizlerimi karnıma çekip yerle temastan kurtarmak, bir de battaniyeme sarınmak kaydıyla burada barınabiliyorum şimdilik. bir iki ay içerisinde bu artık mümkün olmayacak. ama burası hülyalı bir köşe. belki de şu sıralar benim için pek de uygun değil ama ben gene de burada oturmaktan vaz geçemiyorum. iki sokağın kesiştiği noktaya bakan büyük pencereme tutturduğum hint ipeğinden mor bir örtü yetişebildiği kadarını kapatıyor. kar yağdığında onu kaldıracağım ve sabahın köründe arabalar yoldaki kar örtüsünü bozmadan önümdeki açıklığın sunduğu kocaman beyazın keyfini çıkartacağım. bu keyfin bir diğer koşulu yeniden gitar çalışmaya başlayıp sabahları 5.30'da kalkma alışkanlığıma geri dönmek. şimdi, bir yandan çeviri yapar, bir yandan Carl Sagan'ın 30 yıllık Cosmos'unu izler, bir yandan da dün gece gördüğüm rüyayı düşünürken, ya da aslındahiç birini adam gibi yapamazken ara sıra kafamı çevirip sağ penceremden görünen manzaraya bakıyorum. on dokuzuncu yüzyıl sonu ya da yirminci yüzyıl başlarında iki farklı stilde yapılmış (mimari konusunda bilgim bununla sınırlı işte) sarı tonlarında iki binayı görüyorum. ön cephesini görebildiğim daha bir süslü püslü olanının bir kısmı köşede birleşen pencere çerçevelerimin ardında gizlenip geri kalan kısmı büyük pencereme doğru taşıyor. onu zaten pek önemsemiyorum. benim asıl sevdiğim yan cephesiyle yetinmek zorunda olduğum daha rüstik olanı. iki buçuk katlı bina bakımsız, kimi yerler yeniden sıvanmış ve boyanmamış. önündeki çatısına kadar yükselen ağacın sol yarısı bana bakıyor. ne ağacı bilmiyorum. henüz yeşilini tam kaybetmeden sararmış yapraklarıyla bu iki binanın arasında büyümüş diğer ufak tefek çalı ve ağaçlarla beraber, iki binanın sarılarını daha da bir kuvvetlendiriyor. sağım sarı. belki fırtına çıkar diye ümitle bekliyorum. karanlık bulutların arkasından kış güneşinin zayıf ışık huzmeleri düşer belki. bir keresinde yakalamıştım ya da denk gelmiştim diyelim. o anı hayal meyal anımsıyorum ve cumbamda uzun uzun oturup ışığı daha iyi bellemediğim için kendime kızıyorum. oysa o anda yapacak, tadına varılacak başka şeyler vardı. şimdi ise sadece arasıra durup yeniden başlayan sevimsiz bir yağmur ve sevimsiz bir ışık var. sarı güzel gene de. mor örtünün çizdiği sınırın karşısına bulutların koyu mavi çerçevesi belki gelir belki gelmez. gelse de güneş kendine o lacivertin arasından belki bir yol bulur, belki de bulamaz. şimdilik sarıyla idare etmeli.

Hiç yorum yok: