- ah kusura bakmayın sizi beklettim.
- önemi yok, biz de yeni geldik zaten. Jonas gecikeceğinizi duyunca çok üzüldü. gerçi daha uzun sürer sanıyorduk.
- neyse ki çok rötar yapmadı tren. hem ben de karda ne kadar hızlı yürüyebildiğimi keşfetmiş oldum. nasılsın Jonas? hadi sen sınıfa geçip gitarını çıkart. ben de geliyorum şimdi. evet, düşmeden onca yolu koşturabildiğime seviniyorum. gerçi gelirken içimi karın hayatı durdurabilmesi gerektiği duygusundan doğan bir isyan kapladı. sıcak evlerimizin içinden dışarıya bakıp yavaşça düşen kar tanelerini izlerken hiç bir şey yapmama lüksüne sahip olabilmeliyiz bence. ıslak ayakkabılarla saatlerce yollarda sürünmek hayatın adaletsizliğine küçücük bir değinme. hoş çok şey beklemem benim sorunum. birazcık aklı olan bir insanın mutlu olmayı beklemeyeceği bir dünya burası. bense hala karın ve soğuğun dehşetiyle korkudan altına işemiş çocuklar gibi ayaklarımızı çevreleyen küçük göletlerimizin ortasında oturduğumuz trenin sıcaklığının daimi olmasını dileyecek kadar aptal olabiliyorum. belki sizin için drum farklıdır. ne de olsa böyle kışlara alışıksınız. oysa dün Sukanya ile "burada" olmaktan ve "orada" olmamaktan konuşurken sürgünün romantizmine kaptırmıştık kendimizi. kendimizi, arka plandaki farklı kültürün oluşturduğu kontrastın bizi olduğumuzdan çok daha aslındaneolmayaçalışıyorsakoymuşuz gibi gösterdiği bir resme yerleştirip bunu yalnızlıkla çerçeveliyoruz. ortaya pek leziz bir tablo çıkıyor. ne oldu Jonas? geliyorum şimdi hadi sen sınıfa. hah, öte yandan o tabloyu sergileme olanağı sunacak karşılaşmalar elzem. resimden gözünün ta içine bakabileceğimiz bir izleyici. ya da yanımıza yöremize çiziktirilmiş, biricikliğimizi daha da belirginleştirecek ikinci, üçüncü figürler. hele bi onlar kendilerini göstersin de açılar, yerleşim, oranlar falan işin ayrıntısı. şöyle de diyebiliriz: ben hala bir romanın ortaya yeni karakterlerin çıkabileceği ilk sayfalarında olduğuma inanmak istiyorum. gidişata yön verebilecek asli karakterler. ama zamanın akışı ve üslup çoktan belirlenmiş. o konuda yapacak pek bir şey kalmadı. artık geçen süreyi farketmek için mesela sizin sürekli yaptığınız gibi saatime bakmama gerek yok. ne o bize ne de biz ona bir değer yüklemeden akıp gidiyor. değişkenler ve sabitler bize bunu hissettirmek için yazar tarafından itinayla belirlenmiş. gerçi ben birinci tekil anlatımlı bir roman olsun isterdim. merkezi güçlü cinsinden. bakış açılarının çeşitliliği kandırmacasından uzak, tek sesli bir metin. tek bir gerçekliğin güvencesini vermeye daha yakın oluyorlar ne de olsa. efendim Jonas? tamam geliyorum. sen ödevini bir kez daha çal, ben bitmeden ordayım. nerde kalmıştım? geçenlerde hayatın anlamını da çözeyazdım zaten...
Kadınlar Beşiktaş’tan seslendi: Tesadüf değil erkek şiddeti
-
Kadın cinayetlerinin politik olduğu belirtilen açıklamada, kadın
katillerinin sadece “sapıklar, cani ruhlular, uyuşturucu bağımlıları ya da
psikolojisi boz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder