Perşembe

vıjjt

hani böyle insanın duruşuna, ifadesine, otizikidişgülüşüne yansıyan hayasız bir mutlulukla çirkinleştiği fotoğraflar vardır ya, vardır. hah, işte onu diyorum. o fotoğraftaki çiğ/saf sevinçle çarpılmış parlak yüze bakıp bakıp istemeden de olsa, o anda aslında hiç de mutlu olmadığını hatırlayınca/kurunca iş iyice boka sarıyor. kayda geçirilen ana en bi filtrelerden geçirilmiş melimalı mutluluk hali mi yansımıştı, ne olmuştu? ya da daha iyisi, mutluluk neydi ki? mutluluk emekti. yok lan, o sevgiydi. gerçi mutluluğun sevgiyle içeriği henüz tam olarak netleşmemiş seviyesiz bir münasebeti vardı. ise ve iseydiyse o zaman mutluluk hakkaten emekti. bak, aklım sürçerken de bi bildiğim varmış demek!

Pazartesi

ich armer Mensch

off her yanım ağrıyor. üç günün hareketsizliği. üstüme ölü toprağı serpilmiş, öyle bir atalet. insanın yattığı yerden kalkası gelmiyor. bütün o kalabalık, çöl manzarasını seraplara boyayan güneş rüyamın bir uzantısı gibi. ne olmuştu rüyamda? M.'den çocuklarım olmuştu sanırım. hatta biri ölmüştü. onu kuma gömmeye çalışıyorduk. kazdıkça yıldız çıkıyordu. M.'yi unut şimdi. geçmişiyle asla yüzleşemedin ve onu haketmedin.
peki ne yapmalı? tası tarağı toplayıp gitmekten başka çarem var da sanki. mülkiyetten azade olmanın en güzel yanı bu işte. yerimden kalktığım anda arkama bakmadan yola koyulabilirim. mesele yönü tayin etmekte. babama gitsem... herkesin ortasında haykırıp O'nu rezil ettikten sonra beni kabul eder mi ki? bir dakika ya, ben mi O'nun ayağına gidecekmişim, asla! O değil mi beni terkeden? peki ya terkedilenin aslı esası? yok onun söylenmesine daha asırlar var. Oysa O'na baba diyerek beni gerçekten büyüten iyi kalpli budalayı ben terkediyorum. hepimizin çekecek cezası var, O'nun da. ilahi adalet tapel ediyorum. hah, hem de kelimenin tam anlamıyla.
ceza demişken, bu saatten sonra kimsenin günahını üstüme alacak değilim. işte çobanınız konuşuyor; her koyun kendi bacağından asılır. bu artık böyle biline. kim bilir belki de gitmeden ardımda birşeyler yazıp bırakmalıyım. söz uçar yazı kalır. bunun için fazla beklemeye gerek yok işte. namımla beraber yürü gider bu, ağzımdan dökülen pek çok şey gibi yanlış anlaşılır. peki neyi yazacağım? bugüne kadar hep başkalarının sözlerini aktarmadım mı karşıma çıkanlara? benim gibilere, kendi sözünen yoksun adamlara acır mı ki insanlar? acısalardı burada yatıyor olmazdın. o yüzden benden çıkacak ilk gerçek sözleri de bilmeyi haketmiyorlar onlar.
O'na da, hepsine de lanet olsun. çıkmayacağım buradan. burada, yattığım yerde çürüyeceğim. parçalayıp tükettikleri etimin kokusuyla başlarına bela olacağım. insanlığımı ve incinebilirliğimi gözlerine sokacağım. M. de hep bir orospu olarak kalacak. gelip mezarımda orospu gözyaşları dökecek. gözümü açan J., ah, tek gerçek dostum. bana da şimdi onun sunduğu bu sert yatakta çözülmek, toprağa ve havaya karışmak kalıyor. ne adım ne hikayem anılmayacak.

Pazar

hanimiş benim Max'ım

kurutulmuş domatesleri nasıl marine etmeli? cevaplanması en elzem soru bu. mükkemmel terbiyenin sırlarına ulaşmak için aldığım bir kutu kuru domatesi gruplara ayırıp aklıma gelen her şekilde işlemden geçiriyorum. vasatın ötesine geçemediysem de umut dolu bir süreç. başarıya ulaştığımda en azından doğru baharatlarla zenginleşmiş güneş kokulu domatesler ağzımda dağılacak. yorganımın karamsar mağarasından çıkartıyor ya beni bu düşünce, o yeter. yoksa sıcak karanlığımı terk etmek pek zor. zira aklın unuttuğunu beden hatırlıyor. ben böyle cümleler kurmamak için direnmekle aynı minvali tekrar tekrar kalıba dökmek arasında gidip geliyorum. ufaktan moral desteği için Adorno başucumda bekliyor. bir soluğun okumaya yetmediği cümlelerinin neredeyse her birini alıntılayıp buraya yazasım var. üçüncü solukta ikinci okumanın daha da derinleştirdiği bire iki veren kavrayamama hali, ardından gelecek cümlenin hazırlığını yaparken her adımda güçleneceğini bildiğim paylaşma isteğimi yorganın altında bırakmak için geçerli bir neden. iki üç fragman sonunda aklım hayata dair daha büyük yanlışlarla dağılmış oluyor, iyi oluyor. işte şimdi, tam şu anda, bu kadar mutluyken ölebilirim, ve hatta ölmeliyimle bu kadar mutluyken, bu mutluluğun dibine vurabilecekken ya da onu hatırlayarak kurup çoğaltmak lazım gelirken lütfen, lütfen, şimdi sakın ölmeyeyim arası bir yer olan o hiçbir şeyin parçalayamadığı vaatkar tamlık sanrısının hükmettiği anların aslında çok da önemli olmadığı duygusu değilse de fikri ile ikna oluyorum yataktan çıkmaya. önemli olan akşam şaraba yatırılmış domateslerin akıbeti. doğru yolu bulmuş olma ihtimali. ya da yaşasın yanlış yaşamı yanlış yanlış yaşamaklar.